SEMİNER VE KONFERANSLAR
Tüm Seminerler için Tıklayınız.
FACEBOOK
TWİTTER
DUYURULAR

İNSAN VE İSLAM

Bir Anlama Çabası

Bu eser, “İnsan kimdir? ve “İslâm nedir?” sorularına anlam boyutunu önceleyerek cevap bulmayı, başta gençler olmak üzere sorgulayan, anlama gayreti içinde olan herkesin İslam’ı ana hatları ile doğru anlamasına, insanın neye inandığını bilmesine, hangi ibadeti niçin yaptığının farkında olmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

 
DÜŞÜNCEDE İTİRAZ GÜCÜNÜ KAYBEDENLER EYLEM GİRDABINDA TUZAĞA DÜŞERLER

DÜŞÜNCEDE İTİRAZ GÜCÜNÜ KAYBEDENLER

EYLEM GİRDABINDA TUZAĞA DÜŞERLER

İslam, şirke ve zulme açık bir itiraz ve bir karşı duruştur. İslam’ın insanlardan talebi; fıtrata, öze, tevhide, adalete dönüş ve toplumu dönüştürmektir. Hz. Muhammed düşünce ve eylem birlikteliği (sünnet) içinde bir grup arkadaşıyla birlikte bunların mücadelesini vermiş ve başarmıştır.

İslam "...Biz onlara sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz..." (Zümer 3) diyen Mekkeli müşriklerin şirk bataklığına “(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 5) cümlesi ile itiraz etmiştir. Fakat bugün bazı Müslümanlar Mekkeli müşriklerinkine benzer cümleleri tarikat şeyhleri için kurabiliyor ve bunun İslam’ın bir ilkesi olarak sunabiliyorlar: "Biz onları sadece, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye vesile kılıyoruz." Ne kadar acı değil mi?

Hz. Peygamber Medine’de bir hırsızı yargılarken, toplumsal statüsünün yüksekliğini gerekçe göstererek cezasının hafifletilmesi veya affedilmesi yönünde kendisine gelen aracılara “Vallahi aynı suçu kızım Fatıma işleseydi ona da bu cezayı verirdim.” diyerek her şartta adil davranacağını beyan etmişti. Ancak bugün onun ümmetinden olduğunu söyleyenlerden birçoğu, zenginleşip güç devşirdikçe politik güç elde ettikçe hakkını savunan mazlum insanlara “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” demekten hiç çekinmez hale gelmiştir. Hz. Muhammed devlet malından ne kendisine ne yakınlarına zerre miktarı hak ettiğinden fazla kullandırmazken; bugün devlet görevindeki dindarların önemli bir kısmı resmi araçları şahsi işleri için kullanmaktan imtina etmemekte ve hiç utanmadan “Bal tutan parmağını yalar.” gibi ahlaksız bir cümle kurmaktan hiç çekinmemektedir.

Bugün Muhammed’in ümmeti tevhitten ve gerçek sünnetten uzaklaştığı için haksızlıklara karşı düşüncede ve fiiliyatta itiraz gücünü kaybetmiştir. Müslümanların en büyük yanılgısı düşüncede itiraz geliştirmeden fiiliyatta zulme karşı duracağını zannetmeleridir. Maalesef bu kavanozun içinde masumca duran teorik bir saptama değildir. Müslümanların bu yanılgısı sosyal, siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel çöküntü ve iflas olarak kendilerine geri dönmektedir.

Düşüncede itiraz gücünü kaybeden İslam ümmeti böylece zafiyete düşmektedir. Zafiyet Müslümanları slogan atmaya, lanet okumaya ve silaha davranmaya sevk etmektedir. Ama aslında bu büyük bir tuzaktır.  Zalimler de bu durumu çok iyi tahlil ettiği için Müslümanları düşüncesiz eylemin girdabına çekmek istemektedir ve bunu en azından şimdilik başarmaktadır. Ayrıca terörizm ile İslam’ı ve Müslümanları bütünleştirerek dünya kamuoyunda ötekileştirmeyi başarmaktadır. Ötekileştirilen her şey zamanla değersizleşir ve yok edilmesinin önündeki en büyük engel de böylece aşılmış olur.

İslam coğrafyasında, yaklaşık iki asırdır bazen yavaşlayıp bazen şiddetlenerek devam eden işgal girişimlerini sadece toprak işgali, ekonomik sömürü, kültür emperyalizmi açısından değil; Müslümanların bilincinde açtığı yaralar açısından da değerlendirmek gerekir. Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de meydana gelen her işgal girişimi aslında İslam ümmetine yeni bir travma yaşatmaktadır.

Evet, Müslümanların yaralı bir bilinçle yaşaması Batı’nın işini kolaylaştırmaktadır ama maalesef Müslümanlar da buna adeta çanak tutmaktadır. Müslümanların zalimin yaşattığı travmaları dini, ideolojik, tarihi, iktisadi, bilim ve uygarlık ekseninde tahlil etmesi gerekirken slogan üretmeye devam ediyoruz. Fakat yapılması gereken bu değildir.

Yaşadığımız bu travmatik durumu bugünden yarına değiştirmek mümkün değildir. Çünkü bu sorunun çözümü için entelektüel bir birikim ve yeni düşünceler üretmek gerekir.

Yapmamız gereken ilk iş vahyi ve sünneti yeniden okumaktır. Bazılarının zannettiği gibi vahyi ve sünneti yeniden okumak için bütün bir geleneği inkar etmek veya çöpe atmak gerekmiyor. Ama din haline gelmiş geleneksel birikimin -vahyin ve sünnetin yerine konmuş, insana ait yorumların- mutlaka ayıklanması gerekiyor.

Yapılması gereken ikinci iş kendimizi tanımlamaktır. Kendisini ve çevresini tanımlayamayan toplumları başkaları tanımlar ve gizli ya da açık bir şekilde onlara elbiselerini biçer, görevlerini de verirler.

Müslümanlar akıl, eleştirel düşünme ve ilim ile aralarına ördükleri duvarı yıkmak zorundadırlar. Aklı kullanmanın ve düşünmenin bugün bizim anladığımız şekilde olmadığını fark etmek durumundayız. Aklı kullanmak ve düşünmek; yeni bir bilgi üretmek, sorunlara çözüm bulmak demektir. Eğer bilgi üretemiyor ve sorunlarımıza çözüm bulamıyorsak aklımızı yeterince kullanmıyoruz demektir. Türkiye’de yapılan doktora tezlerinin büyük bir çoğunluğunun daha önce düşünülmüş, söylenmiş ve yazılmış olanın araştırılmasına yönelik olduğu gerçeği, sorunun boyutlarını gözler önüne sermeye yetmektedir.

Pozitif bilimler ile din bilimlerini karşılaştırıp birine öncelik verme hastalığından vazgeçmeliyiz. Her birinin işlevinin farklı olduğunu ve yarıştırılmaması gerektiğini anlamalıyız. Sosyal bilimlere ve felsefeye üvey evlat muamelesi yapmamalıyız. Zeki ve başarılı çocuklarımızı sadece fen bilimlerinde değil dengeli bir şekilde sosyal bilimlerde de okutmalıyız.

İçimizde farklı düşünen, bizi veya sevip beğendiklerimizi samimi olarak eleştiren, hatalarımızı gerekçeleriyle ortaya koyan zaten az sayıda insanımız var. Onlar bizim için çok değerlidir. Onlar bizi uyandıracak olan, hataya düşmemizi engelleyecek olan insanlar. Bu insanlarımıza değer vermeli ve onlara düşüncelerini söylemeleri için fırsat vermeliyiz.

Muhammet YILMAZ

Eğitimci-Yazar

www.muhammetyilmaz.com

www.facebook.com/sayfamuhammetyilmaz