SEMİNER VE KONFERANSLAR
Tüm Seminerler için Tıklayınız.
FACEBOOK
TWİTTER
Duyurular

SEMİNER, KONFERANS ve ATÖLYELERİMİZDEN BAZILARI

  

        

    

-----

Konferanslar Seminerler Atölyeler

Amaç, İçerik ve Eğitim Süreçleri için tıklayınız 

Konferans, Seminer ve Atölye çalışması isteklerinizi
muallimmy@gmail.com e-posta adresine yazabilirsiniz.

----

Muhammet Yılmaz'ın Seminer ve Konferans Programlarından Bazıları

(Seminerlerin yeri konusu ile ilgili bilgi almak için iletişim bölümünden bilgi talep edebilirsiniz.)

 
  • 19 Aralık 2022-Göztepe-İSTANBUL
  • 19 Kasım 2022-Eyüp-İSTANBUL
  • 08 Eylül 2022-Gebze-KOCAELİ
  • 06 Eylül 2022-Sancaktepe-İSTANBUL
  • 18 Ağustos 2022-ANKARA
  • 26 Mayıs 2022-RİZE
  • 07 Nisan 2022-Başakşehir-İSTANBUL
  • 22 Mart 2022-Göktürk-İSTANBUL
  • 03 Ocak 2022-GEYVE-SAKARYA
  • 03 Ocak 2022-SZ ÜNV.-İSTANBUL
  • 25 Aralık 2021-FATİH-İSTANBUL
  • 15 Aralık 2021-HAYEF-İSTANBUL
  • 30 Kasım 2021-KÖRFEZ-KOCAELİ
  • 24-26 Kasım 2021-YÜKSEKOVA-HAKKARİ

 

HOLLANDA İZLENİMLERİ

HOLLANDA İZLENİMLERİ

Elimde yeşil pasaportum ve dönüş biletim olmasına rağmen Amsterdam havalimanındaki polisler bir saat sorguya çekerek bana hoş geldin dediler. “Tarzanca”dan da beter olan Fransızcam yeterli olmayınca “atmasyon” İngilizceyi denedim ama o da bir işe yaramayınca bir tercüman aracılığıyla anlaşma yoluna gittik. Meğer anlaşmamamızın nedeni benim dil bilmemem değil Avrupalının kibriymiş. Bir saat boyunca “Allah’ım torunlarıma bunun hesabını sormayı nasip et.” diye dua ettim ve daha fazla çalışmaya, daha fazla üretmeye ve bunun gerekliliğini daha fazla anlatmaya karar verdim.

 

İnsanlar denizi doldurup kendilerine ülke yapmışlar. Her yerde kanallar var. Suyu kanallara çekip yerleşim yerleri ve tarla alanları oluşturmuşlar. Amsterdam’dan Deventer’e yüz yirmi kilometre yol gittik bir tane tepe yok, her yer dümdüz. Adamlar çalışmış ve ülkelerini imar etmişler. Aklıma kendi ülkem geldi. Atalarımız kanlarıyla sulayarak bize bıraktıkları bu değerli vatanı yeterince imar edemediğimiz gibi bir de birbirimizin ayağını kaydırarak kendi kendimizi düşman karşısında zayıf düşürüyoruz şeklinde düşünmeden kendimi alamadım.

Türkiye’den bakınca bazı insanlar Hollanda’yı, uyuşturucunun serbestliği, fuhşun ve eşcinselliğin özgürlüğü ile hatırlıyorlar. Futbolla ilgilenenler ise portakallar lakaplı Hollanda milli takımını veya başta Ajax olmak üzere futbol kulüpleri ile hatırlamaktadır. Hollanda deyince benim aklıma “kan emici emperyalist bir ülke” geliyor. Bunların Amerika’da, Afrika’da ve Uzak Doğuda hala sömürgeleri vardır. Dedeleri korsandı ve dünyayı haraca bağlamışlardı. Sonra sömürüye dayanan uluslararası ticareti iyi öğrenip zengin oldular. Eğitime önem verip planlı çalıştılar ve bugün Shell’den Ünilever’e kadar bir sürü uluslararası büyük şirketleri var. Ama kanallarla ülkelerini imar ederken kullandıkları keresteleri Afrika’dan getirdiler. Bugün Afrika’daki kuraklık, yoksulluk ve açlığın en önemli sebebi bunlardır.

Özellikle gençler iyi bilmelidir ki batının bugünkü zenginliğinin temelinde insan kanını ve emeğini sömürmeleri vardır. Tamam, kendileri de çalıştı ama bu zenginlik sadece çalışma ile olmadı. Elli yıl önce bizim ülkemizden buraya çalışmaya gelen insanları; sağlıklı, güçlü ve kuvvetli olmalarını kontrol edip seçerek aldılar. Sonra insanlarımızı çok kötü şartlarda, günde on altı saat çalıştırmak suretiyle sağlıklarını ve emeklerini sömürdüler. İnsan hakları gündeme geldiğinde mangalda kül bırakmayan Avrupalılar Türklerin hakları söz konusu olduğunda ayırımcılık yapmaktan hiç çekinmiyorlar. İkiyüzlülük böyle bir şey olsa gerek.

Hollanda’da eğitim çok iyi durumda. Kendine güvenen, bilgiye ulaşma yollarını bilen, insanlar yetiştiriyorlar. Yetenekleri keşfetme ve becerileri geliştirme konusunda çok sistemli çalışıyorlar. Ezberci bir yaklaşımı asla kabul etmiyor ve uygulamıyorlar. Öğrencilere sorgulamayı ve eleştirel bakmayı öğretiyorlar. Okullarda çok sıkı bir disiplin var. Kurallara aykırı hareket eden öğrenciye merhamet gösterip idare etmiyorlar. Hem öğrenciye disiplin işlemi uyguluyor hem de veliye para cezası veriyorlar. Özürsüz devamsızlıklarda da veliler ayrıca ceza ödemek zorunda kalıyorlar. Bu sistem velinin sorumluluklarını yerine getirmesini ve öğrenciyle ilgilenmesini sağlıyor.

Okullarda Montessori, Dalton ve Jenaplan eğitim sistemleri uygulanıyor. Bunlar birbirinden farklı sistemler; ancak çocuğun serbest hareket etmesi, kendini keşfetmeye yönelik etkinlikler içermesi, yarışmaya değil grup başarısına önem vermesi gibi ortak yönleri var. Bu sistemlerde çocuklar bir sıralamaya tabi tutulmuyor ve sınıf ortamı mantığı ile eğitilmiyor. Çocuklar 3-6, 6-9 ve 9-12 yas gruplarına ayrılıyor. Öğretmen, gruptaki öğrencilere görevlerini veriyor ve onlara rehberlik ediyor. Başarılı öğrencilerin yardımı ile başarısız öğrenciler de görevlerini tamamlıyor ve öğrenmenin gerçekleşmesi sağlanıyor. Bu sistem sıkı disiplin gerektirdiği için disiplin alışkanlıkları zayıf olan Türk çocukları bu sistemde çoğunlukla başarılı olamıyormuş. Bunun temel sebebi eğitimsiz anne babalar. Hollanda devleti Türk çocuklarının seviyesini yükseltmek için epeyce bir bütçe ayırmış ama okul aile birlikleri ve yönetimleri bu paraları binaya ve eşyalara yatırmış ama Türk çocukların gelişmesine harcamamışlar.

Aslında Türk çocuklarının en önemli sorunu ana dillerini iyi bilmemekmiş. Çocuk bir dili çok iyi bilmeden ne iyi

  eğitim alabiliyor ne de başka bir dili öğrenebiliyor. Bu gerçeği bir kere daha anlamış oldum.

Buradaki gurbetçilerimizin ilginç halleri varmış. Mesela burada bir iş için belediyede sıraya girdiklerinde hiç problem çıkarmayan ve uslu uslu sırasını bekleyen insanlar Türk Konsolosluğuna gittiklerinde sırada sorun çıkarırlarmış. Çalışmayı pek sevmedikleri için devletin verdiği işsizlik yardımıyla hayatlarını sürdürmek isterlermiş. Çalışmak zorunda olanlardan bazılarının psikolojik sorunlu raporu almak için doktorun yanında çok “yaratıcı” delilik davranışları geliştirmişler.

Gurbetçilerimiz elli yıl önce gelirken üç yıl çalışıp Türkiye’den bir ev ve bir traktör almayı hedeflemektelermiş. Evi ve traktörü almışlar ama geri dönmemişler. Ancak ilginç olan ise yüzde sekseni her an Türkiye’ye dönmeye hazır gibi beklemekteymiş. Hatta bu sebeple ekonomik olarak güçleri yetse bile eşya almayıp evinde oldukça eski eşyalarla yaşayanlar oldukça fazlaymış. Cenazeleri Türkiye’ye gönderme işleriyle ilgilenen bir yetkili bu durumu bana esprili bir şekilde şöyle ifade etti: “Hocam hep Türkiye’ye gideceğim diyenleri ben gönderiyorum ama yolcu olarak değil uçağın alt katında tabut içinde bagaj olarak.”

Başka bir seyahatten insan ve eğitimle ilgili yeni izlenimleri paylaşmak ümidiyle hoşça bakın zatınıza.