SEMİNER VE KONFERANSLAR
Tüm Seminerler için Tıklayınız.
FACEBOOK
TWİTTER
Duyurular

-----

Konferanslar Seminerler Atölyeler

Amaç, İçerik ve Eğitim Süreçleri için tıklayınız 

Konferans, Seminer ve Atölye çalışması isteklerinizi
muallimmy@gmail.com e-posta adresine yazabilirsiniz.

----

Muhammet Yılmaz'ın Seminer ve Konferans Programlarından Bazıları

(Seminerlerin yeri konusu ile ilgili bilgi almak için iletişim bölümünden bilgi talep edebilirsiniz.)

 
  • 24 Şubat 2024-KONYA
  • 17 Şubat 2024-ANKARA
  • 06-07 Şubat 2024-KOCAELİ
  • 20 Ocak 2024-ANKARA
  • 09 Ocak 2024-ÇATALCA
  • 06 Aralık 2023-AKSARAY
  • 30 Kasım 2023-KONYA
  • 21 Kasım 2023-GÜNGÖREN
  • 18 Kasım 2023-BURSA
  • 09 Ekim 2023-İSTANBUL
  • 13 Eylül 2023-ANKARA
  • 06 Eylül 2023-İSTANBUL
  • 05 Eylül 2023-KOCAELİ
  • 01 Eylül 2023-ANKARA
  • 21 Temmuz 2023-RİZE
  • 02 Mayıs 2023-DENİZLİ
  • 15 Nisan2023-İSTANBUL

 

“Ya Zalimsin Ya Müslüman!”

“Ya Zalimsin Ya Müslüman!”

     Hayatını bin bir zahmet ile sürdüren bir emekçinin oğluydu. Babası, işçi olarak çalıştığı fabrikadan aldığı maaş ailenin geçimi için yeterli olmadığından ek bir iş yapmak zorundaydı. Fabrikadan çıkıp eve gelir, kısa bir süre dinlendikten sonra ikinci mesaiye hazırlanırdı. Annesinin yaptığı pirinç pilavı ve nohutla birlikte diğer malzemeleri büyük bir dikkatle, bu iş için özel olarak yapılmış seyyar satıcı arabasına yerleştirir ve evden ayrılırdı. Bu iş için yaz aylarında pek zorlanmaz ama kışın dondurucu soğuğunda çoğu zaman hasta olurdu.  Buna rağmen ek işini yapmaya devam ederdi.

     Eşiyle birlikte üç çocuğunu sağlıklı bir şekilde büyütmek için büyük bir çaba gösteriyorlardı. Ele avuç açmayı hiç istemiyorlardı. Bu sebeple kazandıkları ölçüde tüketmeye ve borçlanmamaya dikkat ediyorlardı. Çocukların en büyüğü olan Mustafa’nın akademik başarısı çok yüksek değildi. Üniversiteyi kazansa bile onu okutacak maddi imkanları yoktu. Bu sebeple ortaokulu bitirdikten sonra meslek lisesine gitmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Mustafa’nın ise başka hayalleri vardı. Ünlü bir futbolcu olmak ve çok para kazanıp anne babasını rahat ettirmek istiyordu. Okul futbol takımındaki başarısı mahalledeki amatör futbol takımının antrenörünün dikkatini çekmişti. Mustafa artık amatör bir takımda futbol oynuyordu.

     Babası, Mustafa’yı evlerine yakın bir meslek lisesine kaydetti. Mustafa hem okuyor hem de futbol oynuyordu. Bu durum ders başarılarını biraz aksatsa da sınıfını geçmesine engel olmuyordu. Okulunu bitirdiği yıl amatör küme birinci liginde oynayan Fırtınaspor  takımına transfer olmuş ve az da olsa bir transfer parası almıştı. Bu onun için çok önemliydi. Çünkü okulu bitirince anne ve babası ondan işçi olarak bir fabrikada çalışmasını isteyeceklerini,  işçiliğin de futbol hayatını bitireceğini iyi bilen Mustafa, transferden kazandığı paranın tamamını anne ve babasına verdi ve onlara futbol oynamak istediğini söyledi. Anne ve babasının ilk tepkileri çok sert ve uzlaşmazdı. Bunun değişebileceğini uman Mustafa bir süre sonra gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Anne babası asla futbol oynamasına izin vermeyeceklerini ona söylediler. Bütün dünya başına yıkılmış gibiydi. Fazla bir seçeneği yoktu. Ya Anne babasının isteğini yerine getirip işçi olarak hayata adım atacak veya onlara isyan edip futbol oynamayı tercih edecekti. O birincisini tercih etti.

     Mustafa bir metal fabrikasında işçi olarak çalışmaya başladı. Onun kazancı sayesinde aile parasal açıdan biraz olsun rahatlamıştı. Artık futbola eskisi kadar zaman ayıramasa da haftada bir arkadaşlarıyla halı saha maçı yapıp hevesini alıyordu. Mustafa üç yıl sonra askere gitti. Askerlik dönüşü bazı geçici işlerde çalıştı. Bu arada anne babası da kendisi için evlilik hesapları yapmaya başlamışlardı. Onun da evlenmeyi planladığı bir gelin adayı zaten vardı. Ama kalıcı bir işe girememesi onun evlilikle ilgili bir adım atmasına engel oluyordu. Ayrı bir ev tutmak, kira ve evin masrafları ile birlikte aileyi geçindirmek oldukça zordu.

     Birkaç ay sonra nihayet kendisine iyi bir iş bulmuştu. Maaşı da iyi sayılırdı ama iş sahipleri henüz onu sigorta yapmamışlardı. Bir deneme süresinden sonra sigorta işlemlerine başlayacaklarını söylüyorlardı. Patronları namazında niyazında, nafile oruç tutan her yıl bir kaç defa umreye giden, sünnet niyetiyle sakal bırakan doksan dokuzluk tespihi de elinden bırakmayan insanlardı. Onlara güvenmeyecekti de kime güvenecekti. “Bir gün mutlaka beni sigorta yapacaklar elbet!” diye düşünüyordu.

     Ailesini geçindirebileceği bir işi olduğu kanaatine varınca evlilik planlarını hayata geçirmeye karar verdi. Örf ve adetler yerine getirildi ve Mustafa sevdiği kızla evlendi. Eşiyle iyi anlaşıyordu. Mutlu bir evliliği vardı. Artık ailede bir eksik vardı. Bir çocukları olsun diye dua ettiler, Allah da dualarını kabul etti. Mustafa’nın eşi artık hamileydi. Doktora ve sağlık hizmetlerine ihtiyaçları vardı ve bunların masrafı da onları çok düşündürüyordu. İşe başlayalı yedi ay olmuştu ama patronları hala kendisini sigorta yapmamışlardı. Daha önce bir kaç kere konuyu onlara hatırlatmış her seferinde “tamam yapacağız” cevabını almıştı. Ancak eşinin sağlık masraflarını karşılamakta güçlük çektiği için son bir defa iş sahipleri ile konuşmaya karar verdi. Yanlarına gitti ve saygıda kusur etmeyecek bir şekilde eşinin hamile olduğunu, bir bebekleri olacağını, bu sebeple sağlık masrafları olduğunu, bunları kendi gelirinden karşılayamayacağını anlattı ve kısa zamanda sigorta yapılmasını talep etti. Mustafa, gayet makul karşılanacağını umduğu bu talebine karşılık patronlardan anlamakta zorlandığı, insana ve Müslümana karşı güvenini sarsacak bir cevap aldı: “İşine gelirse, bizde böyle; istersen işten ayrılabilirsin!”

     Patronlardan aldığı cevapla şaşkına dönmüştü. Bu cevabı hiç beklemiyordu. O anda bütün gayretiyle işine nasıl sarıldığını, ustabaşının kendisinden memnun olduğunu, patronlardan da hiç bir uyarı dahi almadığını düşündü. İlk defa onlara; kendilerinden bir iyilik beklemediğini ve sigortanın kendi yasal hakkı  olduğunu uygun bir dille söylemeye çalıştı ama tavırlarında bir değişiklik olmayınca dünyası yıkılmış bir insan olarak onların yüzüne karşı “Kul hakkı yiyorsunuz. Bilerek kul hakkı yemek zalimliktir. Müslüman zalim olamaz. Ya Müslümansınız ya da zalim. İkisi bir arada bulunamaz.” cümlelerini haykırarak oradan ayrıldı.

   Yaşadığı bu olay onu çok sarsmıştı. Akşam geç saatlere kadar sokaklarda dolaştı. Nihayet eve gitmeye karar verdiğinde yıllardır görmediği eski bir öğretmenine rastladı. Göz yaşları içinde ona bu hikayeyi anlattı ve biraz rahatlamış vaziyette yoluna devam etti.

06.12.2014

Muhammet YILMAZ

Öğretmen/Eğitimci-Yazar